Zeren Göktan
  • Home
  • Works
    • Photography
    • Video
    • Installation
    • Project
  • Exhibitions
    • Current Exhibitions
    • Solo Exhibitions
    • Group Exhibitions
    • Projects / Collaborations
  • CV
    • Bio
    • Solo Exhibitions
    • Group Exhibitions
    • Education
    • Catalogues
    • Artist Talks, Lectures, Residencies
  • Publications
  • Press
    • Selected Press
    • Video
    • Interviews
    • Reviews
    • Artist Talks
    • Panels
  • Latest News
  • Contact
  • Menu Menu
PreviousNext
12

Golden Age

“Deep Blue”#7, Photography Series, Fine Art Print, Antique Daguerreotype 9th Plate (5x6cm), Unique, 2019

Eng

“The Deep Blue”

The “Deep Blue” is a series of black and white photographs that bring together women’s power, struggle, strength, rebellion, resistance and bodily existence with weight scales. While deep blue refers to the mysterious and immense color of the ocean, women’s pursuit of balance in life makes itself felt in the weight scales.

“Deep Blue” #7 is presented in an antique ‘Daguerreotype’ case. In the 1850s, these cases were designed to preserve this very delicate photographic form, on silver / copper coated prints. In these series “Daguerreotype” cases conceptually refer to the position of women in society. The case is actually a mechanism designed in layers of silver / copper frame and glass in velvet to prevent the photo from breathing. Having made its way from the first days of photography until today, and combined with Zeren Göktan’s ‘Deep Blue’, the antique case has become a rebellion against the gilded cage designed to prevent women from breathing.

Tr

“Derin Mavi”#7, Fotoğraf Serisi, Fine Art Print, Antika Daguerreotype (9th plate;5x6cm) Tek Edisyon, 2019.

Siyah beyaz fotoğraflardan oluşan ‘Derin Mavi’ serisi kadının gücünü, mücadelesini, kuvvetini, başkaldırısını, direnişini, bedensel var oluşunu, terazi ağırlıklarıyla buluşturan bir fotoğraf serisi. Derin mavi okyanusun dibindeki gizemli, uçsuz bucaksız rengi tanımlarken, kadının hayatta denge arayışı fotoğraflarda terazi ağırlıklarında kendini var ediyor.

‘Derin Mavi’ #7 fotoğrafı, antika bir ‘Daguerreotype’ kutunun içinde yer alır. Bu kutular 1850 yıllarında gümüş/pirinç baskı üzerine yapılan çok narin bir fotoğraf biçiminin korunması için tasarlanmıştır. Bu seride ‘Daguerreotype’ kutuları kadının toplumdaki pozisyonuna kavramsal olarak referans vermektedir. Kutu, aslında fotoğrafın nefes almaması için kadife içinde gümüş/pirinç çerçeve ve cam olarak katmanlar halinde tasarlanmış bir mekanizmadır. Fotoğrafın ilk günlerinden bugüne gelen antika kutu, Zeren Göktan’ın ‘Derin Mavi’ fotoğrafıyla birleşmesiyle kadının nefes almaması için kurgulanmış bu altın kafese bir başkaldırı niteliğindedir.

  • Gallery Nev
  • 21.12.2019 - 18.01.2020
  • Curator: Deniz Artun
  • "Deep Blue"#7, Photography Series, 2018

“Deep Blue”, Photography Series

Press

Press Rlease

Altın Çağ

21.12.2019 – 18.01.2020

Gallery Nev / Galeri Nev

Ahmet Doğu İpek / Alev Ebüzziya Siesbye / Anıl Saldıran / Beril Or / Canan Dağdelen / Canan Tolon / Candeğer Furtun / Ceren idil / Deniz Bilgin / Ebru Özseçen / Eda Gecikmez / Elif Uras / Erdal Duman / Ergin İnan / Erol Akyavaş / Fatih Aydoğdu / Gamze Boz / Gökhun Baltacı / Güneş Terkol / Hasan Doğan Yılmaz / Hayri Şengün / Hera Büyüktaşçıyan / Jennifer İpekel / Kemal Önsoy / Koray Ariş / Mehtap Baydu / Murat Akagündüz / Murat Morova / Mübin Orhon / Necla Rüzgar / Nejad Devrim / Nermin Kura / Nil Yalter / Nur Tarım / Okay Özkan / Pelin Kırca / Ramize Erer / Rasim Aksan / Selim Cebeci / Selçuk Demirel / Semiha Berksoy / Sena / Serhat Kiraz / Seval Şener / Seyhun Topuz / Yusuf Sevinçli / Yüksel Arslan / Zeren Göktan / Züleyha Altıntaş / İbrahim Karakütük / İnci Eviner

Established in 1984 in Ankara, Galeri Nev is getting ready to celebrate its thirty-fifth anniversary. The commemorative exhibition not only invites artists Nev regularly worked since its foundation but also artists whose paths crossed with the gallery at various times, for various reasons. Thereby, Galeri Nev is not only sharing its institutional proposition on the history of networks in art, but also its intimate relations lived in the shadows of the history of art. The name of the exhibition “Age of Gold” highlights the richness of all these ties; with everyone that surrounds the gallery coming together, Nev almost creates a magical moment where everything that is touched turns into gold! As a signifier of magnificence and power, holiness, and purity, gold merges into the artworks for centuries. Every image can distinguish itself as a sacred icon when it is gold that covers the background. Golden leaves make the spectacular frames glitter in grand museums, as well as garments, objects, and especially the crowns of the people living in these frames. Even if gold is argued to be a “color,” the glow of Tutankhamen, Louis the Fourteenth and Gustav Klimt, names that come almost naturally to our minds, approves the fact that it is one of the essential materials building the History of Art. It is known that “tezhip” masters while adorning the pages of the Quran, used to hold their breath and take drops of sweat from their foreheads on to the tip of their brush to separate gold leaves from one another. No wonder why “tezhip” is translated into English as “the art of illumination.” Meanwhile, Yves Klein could easily ask his collector to pay for his invisible artwork with gold and send the gold leaves through the wind into the deep Seine river where it will illuminate nothing but the faith of art history. Among the contemporaries of Yves Klein, gold is essential for Mübin Orhon’s eternal search for light. From the following generation, Erol Akyavaş chooses to grace his famous Miraçname with its drops inspired surely from the tezhip masters. Whereas Mehtap Baydu silences women with golden mounth seals when today, it is rather its‘market value’ that is on the foreground. In other words, like many artists from many different times and geographies, contemporary artists from Turkey have their own ‘golden hours’ as well. Galeri Nev brings together fifty artists including Alev Ebüzziya, Yüksel Arslan, Canan Tolon, Erol Akyavaş, Candeğer Furtun, Nejad Devrim, Seyhun Topuz, Nil Yalter, İnci Eviner, Mehtap Baydu, Necla Rüzgar, Elif Uras, and Nermin Kura at the Age of Gold. Building an intimate cabinet of curiosity, Nev welcomes everyone that needs a refuge away from the darkness into the radiant worlds of artists and the gallery.

1984’te Ankara’da kurulan Galeri Nev, otuz beşinci yılını kutlamaya hazırlanıyor. Otuz beşinci yıl sergisine, yalnızca Galeri Nev’in kuruluşundan bu yana birlikte çalıştığı sanatçılar değil, başka zamanlarda, başka vesilelerle temas ettiği ya da teğet geçtiği isimler de davet ediliyor. Nev böylece, hem kurumun zihnindeki sanat tarihi ağının, hem de kurumu var eden kişilerin dostluk bağlarının örgüsünü izleyicileri ile paylaşıyor. Serginin adının “Altın Çağ” olması, bu örgünün zenginliğine işaret ediyor. Galeri Nev, adeta kendisini çevreleyen herkes ile bir araya geldiğinde, dokunulan her şeyin altına dönüştüğü bir büyü kuruyor. Bir ihtişam ve kudret, saflık ve kutsallık göstergesi olarak altın, asırlardır sanat eserlerinin içine karışıyor. Zeminine sıvandığı her imgeyi ikonalaştırabiliyor. Kimi zaman çerçevelerde, kimi zaman çerçevelerin içinde yaşayanların giysilerinde ya da onları taçlandıran/çevreleyen nesnelerde, varak ve sim göz alıyor. Altının bir “renk” olup olmadığı tartışılsa da, aklımıza hızla ve ardı ardına gelen Tutankamon, On dördüncü Louis ve Gustav Klimt gibi isimlerin parıltısı, sanat tarihini kuran temel malzemelerden biri olduğunu teyit ediyor. Kuran-ı Kerim sayfalarını bezerken altın yaprakları birbirinden ayırmak için fırçalarının ucuna alınlarından bir damla ter alan, bu yapraklar ile çalışırken nefeslerini tutan tezhip ustalarının bu ‘renk’ ile ibadet ettiklerinden söz ediliyor; tezhip ingilizceye “the art of illumination” olarak tercüme ediliyor. Öte yandan Yves Klein koleksiyonerlerinden görünmez eserlerinin parasını altın ile ödemelerini istiyor ve kabul edenlerden aldığı altın yaprakları Seine Nehri’nin sularında “boğulmak” üzere rüzgara bırakıyor. Sanat tarihinin “güneşi” Türkiye’deki pek çok sanatçı için de parlıyor. Yves Klein’ın çağdaşlarından Mübin Orhon’un ışık arayışında altın önemli bir yer tutuyor. Bir sonraki kuşakta, ilhamını minyatürlerden alan Erol Akyavaş altını Miraçname’nin üzerinde damla damla parlatıyor. Elbette altının “piyasa değeri” de sanatçıları meşgul ediyor; bugün Mehtap Baydu seslerini duyuramayan kadınların ağızlarını altın ile mühürlüyor. Galeri Nev, aralarında Alev Ebüzziya, Yüksel Arslan, Canan Tolon, Mübin Orhon, Erol Akyavaş, Candeğer Furtun, Nejad Devrim, Seyhun Topuz, Nil Yalter, İnci Eviner, Mehtap Baydu, Necla Rüzgar, Elif Uras ve Nermin Kura’nın da yer aldığı elli sanatçıyı “Altın Çağ”da bir araya getiriyor. Eserleri mahrem bir nadire kabinesinin içine yerleştiren Nev, karanlıktan kaçan herkesi, sanatçıların ve galerinin parıltılı dünyası içine sığınmaya davet ediyor.

Tr- "Horasan Sokak’tan Kırlangıç Sokak’a 35 yıl", Nazlı Gürlek, Interview with Deniz Artun

https://www.unlimitedrag.com/post/horasan-sokak-tan-kırlangıç-sokak-a-35-yıl

Horasan Sokak’tan Kırlangıç Sokak’a 35 yıl

1984 yılında, Ankara’da Horasan sokakta kurulan Galeri Nev, Gezegen Sokak’ta devam eden yolculuğunu, iki yıldan beri Kırlangıç Sokak’ta sürdürüyor. Bu yıl 35. yılını kutlayan galeri, 2001 yılında Deniz Artun’un direktörlüğünde yeni bir başlangıç yapmıştı. Galeri Nev’de 18 Ocak tarihinde sona eren Altın Çağ sergisi ve galerinin 35. yılı vesilesiyle Deniz Artun ile bir araya geldik

RÖPORTAJ: NAZLI PEKTAŞ

Zeren Göktan, Derin Mavi VII, 2019, Antika “Daguerreotype” orjinal çerçeve,

1850 (tahta, pirinç, deri), Fine Art kağıt üzerine arşivsel pigment baskı,

6.5×6.5 cm, Tek edisyon

Galerinin ismiyle bütün, “yeni” olanın peşine düştüğü, geriden kalan yılları sahiplenen ve geçmişin kutsadığı şimdiyi biriktiren bir başlangıçtı bu. Söyleşimizde okuyacağınız Deniz’in anlattıkları ve bildiklerim eşliğinde söylersem; Deniz kuşaklar arası cümleler kuruyor 2001’den beri. Kimi zaman aynı sergide kimi zaman farklı sergilerde ama aynı mekânda geçmişin bilgisini ve bıraktığı izi unutmadan, nadirin ve yeninin izlerini takip ederek…

Deniz, YKY tarafından yayımlanan Sanat Dünyamız dergisi için hazırladığım, sonradan da kitap olan Bellek/Emek isimli yazı dizisin için baban Ali Artun ile de bir söyleşi yapmıştım. 35. yaşını kutlayan Galeri Nev için düşünülen ilk ismin “Hayal” olduğunu söylemişti. Bir hayalle başlayan, yeniye ve onun devinimine adanan onca yıl, 1984’ten günümüze. Sen bu hayali nasıl yakaladın? Ya da senin ilk hayalin neydi Nev’i devraldığında? Kaç yıldır Nev seninle ilerliyor?

Galeriye 2001 yılında başlamıştım; neredeyse yirmi yıl önce! Fakat, doğrusunu istersen, benim için başta hayallerden çok sorumluluklar vardı; zorunluluklar, kurallar, hatalar, korkular… Ne de olsa kendi hayalimin içinde değil, babamınkinin içindeydim. Öte yandan çok geçmeden “nev” sözcüğünün anlamını kavramaya başladım; “yeni” cesareti de beraberinde getiriyordu, daima yeni olabilmek, hayal sözcüğünün kendisinden çok daha fazla hayali barındırmalıydı. Bir hayalin peşini bırakabilirdiniz, buharlaşıp gitmesine izin verebilirdiniz, oysa yeni olmak pes etmeye gelmezdi, bir an vazgeçseniz eskiyiverirdiniz. Nev isminin sınırlarını merak ettikçe cesaretlendim, cesaretlendikçe özgürleştim ve nihayetinde yenilendim. Geçtiğimiz beş yılda bu müthiş döngüyü benimsemekle kalmayıp, içinde gezinmeye hatta parendeler atmaya dahi cesaret ettim. En önemlisi, bu sırada babamın ya da “başkası”nın hayali zannettiklerimin benimkilerle ne kadar ortak yön olduğunu fark ettim. Nev’in hayali nev olmaktı; iyi ki galerinin ismi “Hayal” kalmamış.

untitled image
untitled image
untitled image
untitled image

Sol üstte: Seyhun Topuz, Buruşturulmuş Duvar Heykeli, 2019,

Bakır üzerine elektrostatik boya, 90x95x25 cm

Sağ üstte: Selim Cebeci, Tamata I, 2019, Tuval üzerine yağlı boya, 27×21 cm

Sol altta: Nermin Kura, Muhafız, 2019, Alçak pişirim kil ve sırlar, 38x35x16 cm

Sağ altta: Ramize Erer, Kız, 2019, Kağıt üzerine yağlı boya, 100×70 cm

Çok köklü bir yapının başından beri (çocukluğundan itibaren) içindesin. Galerinin doğum anında, ilk gençliğinde, Paris’te okurken, oradan döndüğünde… Şimdi onu idare eden olarak bu birikimin ve belleğin bayrağını eline aldığında sana kattıkları paha biçilemez elbette. Peki tüm bu birikimin, çok ağır bir sorumluluk da içerdiğini düşündüğün oldu mu zaman zaman?

Yukarıda sözünü ettiğim parendelerin bahçesi, galeri kurulduğunda, yani ben dokuz yaşında iken de Nev’di. Dışarıdaki meyve ağaçlarını adımlayarak ezberlediğim aralıkları, içerideki aynanın kenarına dizdiğim ölü kelebekler, bardaki nane likörünün fosforu, édition de luxe’lerin maketlerinden geriye kalan fotokopileri içine yerleştirdiğimiz ufacık çerçeveler, Yok isimli (herhalde Dadacı) bir köpek ve elbette sanatçılar/büyücüler: İlk ve en çok iz bırakanlar Tiraje, Safa ve Alev! Fakat, yine yukarıda söz ettiğim gibi, her şeyin yeniden fosforlu ve meyveli olması için dokuz yaşımın üzerinden en az çeyrek yüzyıl geçmesi gerekti. Sanıyorum bu sırada, senin düşündüğün gibi zaman zaman değil, her zaman (!) biriken tarihi, gittikçe ağırlaşan bir yük olarak taşıdım. Aslında biriken ve ağırlaşanın eşsiz bir hazine olduğunu geçtiğimiz birkaç yılda ve en çok da Altın Çağ sergisi dolayısıyla fark ettim. Öte yandan sorumlulukları yük edinmemeyi, birlikte çalıştığım, henüz otuz beş yaşına gelmemiş, ancak Galeri’yi bahçesinde büyümeden de en az benim kadar benimsemiş olağanüstü insanlar sayesinde de öğrendim. Ailemden bir mirası tek başına devraldığımı düşünmek yerine, yeni ve kalabalık bir aile kurduğumuzu bilmek, Altın Çağ’ı yalnızca geleceğe değil, geçmişe doğru da uzatıyor.

Galeri Nev, Adalet Cimcoz’un Maya Galerisi ve Rabia Çapa’nın Maçka Sanat Galerisi gibi Ankara’da sonra da İstanbul’da entelektüel bir merkez oldu. Nejad Devrim, Mübin Orhon, Selim Turan, Hakkı Anlı, Abidin, Tiraje, İlhan Koman gibi öncüler. Sonra Yüksel Arslan, Ömer Uluç, Mehmet Güleryüz, Alaettin Aksoy, Akyavaş, Koray Ariş, Şükrü Aysan… Ve üçüncü kuşak: Kemal Önsoy, Hale Tenger, İnci Eviner, Mehmet Koyunoğlu, Serdar Arat, Hüseyin Alptekin, Canan Tolon… Devlet eliyle değil de kendi seçimleri ile Paris’e giden kuşak ve onu takip eden kuşaklar yıllarca Galeri Nev’in programının içeriğini oluşturdu. Dahası bu sergiler eşlik eden onca yayın, katalog ve kitapların yanı sıra hem özgün baskı, hem de tıpkı baskı serigrafi ve litografi edisyonlar… Galeri ama bir müze sorumluluğunda sergiler. Türkiye’de 1950- 2000  sanat üretimini takip etmek için kesintisiz bir okuma. Şimdi bugünden bakınca ve hatırlayınca Altın Çağ aslında hep içinde olunan, yaşatılan ve aktarılan bir şeymiş gibi geliyor. Şimdi senin zamanında bu sergiyle sen tüm geçmişi kutsuyorsun.

Aslında geçmiş bizi kutsuyor galiba. Bu sergide, Nejad Devrim’in arşivlerden çıkmış bir eski gravürüyle Mehtap Baydu’nun açılış gecesi çekilmiş yepyeni bir videosunun; Canan Tolon’un babasının varaklarıyla bezediği tuvalleri ile Zeren Göktan’ın geçtiğimiz yüzyılın buluntularıyla çerçevelediği bir fotoğrafının, hatta farklı malzemeler ile değil bizzat aynı malzemeyle çalışan Mübin Orhon ile Erol Akyavaş’ın, Alev Ebüzziya ile Nermin Kura’nın, Necla Rüzgar ile İnci Eviner’in yan yana geldiklerinde bu kadar “başka” ancak bu kadar yakın olmaları, galerinin otuz beş yıl içinde biriktirdiklerinin mucizesi. Elli sanatçı ve yüz parçayla haftalarca çalışarak sergiyi nihayet kurduktan hemen sonra, her şeyi bozup yepyeni ilişkiler ile yeniden, yeniden kurabileceğimizi gördük. Neredeyse bir yıl boyunca eser topladıktan hemen sonra, şu ya da bu eserle ilişkilenebilecek aklımıza başkaca ne çok eser daha geldi. Kısacası, senin de sözünü ettiğin, galerinin omuriliğini oluşturan sanat tarihi önermesinin gücü sayesinde, tutarlılık ile çeşitliliğin arasında hiçbir çelişki olmadığını öğrendik.

untitled image
untitled image

Solda: Necla Rüzgar, Taş Taşı Yumuşatır III, 2019, Polyester döküm, plastik döküm, vernik, altın sprey boya, Ø: 29 cm

Sağda: Murat Morova, İsimsiz, 2019, Kemik çerçeve içinde kağıt üzerine altın yaldızlı boya, 27×37 cm

Yine aynı söyleşide yukarıda saydığım isimleri belirleyen programın post-kolonyal teoriyi benimsemek olduğunu söylüyordu Ali Artun. Yani Batı’nın çizdiği sınırların ötesindeki modernizm bir bakıma öteki modernizm. Sanatçının kendi gerçekliği ve özerkliği eşliğinde keşfettiği modernizm… Bugün NevNesil başlığıyla çağdaşları izliyoruz. Senin sanatçı seçimini ve izlediğin programı neler belirliyor? NevNesil geçmişle nasıl bir bağ kuruyor?

Aslında yakın zamanda NevNesil sergilerini sonlandırdık. On yıl boyunca, iki yıllık aralıklarla beş NevNesil’de yüzün üzerinde genç sanatçı ağırladık. Bu sergiler, bugün düzenli olarak birlikte çalıştığımız isimlerden bazılarıyla tanışmamıza vesile olmakla kalmadı, galerinin sanat öğrencileri tarafından benimsenmesini de sağladı. Bütçelerini mutlaka aşacak bir giriş ücretini ödemedikleri, hatta eser satın almadıkları takdirde galeri sergilerini ziyaret edemeyeceklerini düşünen genç izleyiciler kazandık. Öte yandan on yılın sonunda, belki de sosyoloji eğitiminin etkisi ile, “genç sanatçı” olarak andığımız son derece yetenekli ancak tecrübesiz insanların, sanat dünyası içinde var olmalarından çok, yok olmalarına neden olduğumuz korkusuna kapıldım. Adeta bir sömürge düzenini beslediğimizi düşündüm. Bir önceki sorunun içinde sıraladığın kuşaklara eklemlenecek yeni bir kuşağın, illa bu düzenin tanımladığı anlamıyla “genç” olmasına gerek olmadığını böylece fark ettim. NevNesil sona erdikten sonra başladığımız NevNadir sergileri, sanatın geleceğini belirlemek değil, geçmişini keşfetmek güdüsüyle kuruldu. Hemen ilk NevNadir’de, yaşça herkesten kıdemli olan Candeğer Furtun eserlerinin herkesinkinden daha genç olduğuna şaşkınlık içinde tanıklık ettik. Dolayısıyla, sanıyorum şimdiki tercihlerimizi, ezberlediğimizi sandığımız bir kitabın, hiç bilmediğimiz sayfalarını aramak olarak özetleyebilirim. Şayet gençlerle karşı karşıya gelmeyi “bildiğimizi sandığımız her şeyi baştan öğrenmek” olarak tanımlarsak, onlar da bu sürecin doğal parçaları haline geliyorlar zaten.

untitled image
untitled image
untitled image
untitled image

Solda: Gökhun Baltacı, İsimsiz, 2019, Kağıt üzerine pastel, 100×70 cm

Ortada: Erol Akyavaş, Fihi Ma Fih, 1989,

Altın varak üzerine yağlı boya, 66.5×50 cm

Sağ üstte: Eda Gecikmez, Obje-i Mahlukat, 2019,

Tuval üzerine yağlı boya, 30×44 cm

Sağ altta: Deniz Bilgin, İsimsiz, Kağıt üzerine karışık teknik, 16.5×20.5 cm

Az önce yayınlardan bahsetmiştik. Yayınların konusu olan sanatçılarla birlikte o yayınlarda yazı yazan isimler de çok kıymetli. 35 yıla yayılan çok önemli kaynaklar bunlar aynı zamanda. Örneğin Resme Bakan Yazılar, eşsiz bir birikimi bir araya getiriyor. Şimdi geçmişe göre daha az yayın yaptığını düşünüyorum. Bunun sebeplerini paylaşabilir misin?

Biliyorsun babam, ben galeride çalışmaya başladıktan biraz sonra İstanbul’a taşınarak İletişim Yayınları SanatHayat Dizisi‘nin editörlüğünü üstlendi. Bugün kırk beş yayınlık son derece zengin bir sanat tarihi ve sanat eleştirisi kitaplığı haline gelen bu dizi, Galeri Nev ile organik olarak bağlı olmasa da, ütopik olarak bağlıydı. Başka bir deyişle, Nev ve SanatHayat aynı Hayal’in parçalarıydı. Benim yayın yapmak konusunda hevesimin kırılması, ilk denemelerimle ilgili bazı tecrübesizliklere ve pratik talihsizliklere bağlıydı; ısrar etsem belki hepsi aşılabilirdi. Ancak SanatHayat Dizisi‘nin varlığı bir şekilde vicdanımı rahatlattı sanıyorum ve geri çekildim. Resme Bakan Yazılar’ı, yalnızca tükenen yayınların içindeki eşsiz metinleri hatırlatmak, derlemek ve saklamak üzere değil, galiba biraz da bir devri özetleyerek kapatmak üzere hazırlamıştım. Bu yıl gerçekleştirdiğimiz ilk otuz beşinci yıl etkinliği, sayıları yüz elliye yaklaşan ve çoğunluğu galerinin ilk onbeş yılında yayımlanmış kitap ve katalogları ilgilenen herkese ücretsiz olarak dağıtmaktı. Meraklılarının, hal-i hazırda sahip oldukları yayınları, sayfalarını hiç açmadan saklamak üzere yeniden edinmek için sırada beklediklerini görmek, çeşitli bahanelerle hafiflettiğim vicdanımı yeniden ve şiddetle yokladı. Belki de, son zamanlarda Necla Rüzgar, Nermin Kura ve Mehtap Baydu’nun aynı formatta yayımladığımız kataloglarını perçinleyerek bir araya getirmeli, bir kadın sanatçılar kitaplığı oluşturmaya başlamalıyız?

untitled image
untitled image
untitled image
untitled image

Sol üstte: Mübin Orhon, İsimsiz, 1975, Kağıt üzerine guaj, 21×29.5 cm

Sağ üstte: Mehtap Baydu, Dilber Dudağı, 2017, Bronz döküm, altın kaplama, enstelasyon, 1/2 ed. + (1AE)

Sol altta: İnci Eviner, Kırık Gölgeler,

2010, Kağıt üzerine yaldız ve çini mürekkebi, 30×30 cm

Sağ altta: Hera Büyüktaşçıyan, Yürüyen Kılçıklar, 2016,

Bronz döküm, 20.5x30x8 cm

Galeri Nev, İstanbul’a da farklı projeler ve farklı iş birlikleriyle misafirliğe geliyor. Ankara’da yaşayan ve çalışan sanatçıları daha çok görme şansına sahip oluyoruz İstanbul’da bu sayede. Bu projeler devam edecek mi?

İstanbul sergileri 2016 yılında, Bebek’te bir arkadaşımızın evinde gerçekleştirdiğimiz ve Erol Akyavaş’ın bilmediğimiz fotoğrafları ile ilk kez karşılaştığımız bir gecelik Akyavaş Photography sergisiyle başladı. Ardından DEPO’da Meleklerin Payı açıldı, bu defa kurduğumuz, ondokuz sanatçıyla iki kata yayılan ve bir buçuk ay boyunca izlenen bir sergiydi. Derken Galerist’te Perdeli Natürmort, Galata Rum Okulu’nda yeniden bir solo sergi, Necla Rüzgar Çok Kalpli Varlık ve son olarak Maçka Sanat Galerisi’nde Bütün Gezegen İçerideydi. Aslında hayal ettiğim yayın projelerinden biri de 2021 yılında, yani İstanbul’a doğru sefere çıkışımızın beşinci yılında bu sergileri derlemekti; umarım gerçekleştirebiliriz. Böyle bir derlemenin, yani evimizden uzak evlerde kurduğumuz tüm sergilere bir arada bakmanın, galerinin küratöryel önceliklerinin fark edilmesini sağlayacağına eminim. Her defasında (kimileri tarihî olan) farklı bir mekâna yerleşmek ve sonra bir adım geriye çekilerek sanatçılarımızın her birinde nasıl nefes alıp verdiklerini dinlemek, bizim yaptığımız işin yalnızca öncelikli değil, aynı zamanda en büyülü kısmı. Şimdi sergi isimlerini sıralarken, bir kez daha Çok Kalpli Varlık gözüme takıldı. Nev kesinlikle çok kalpli bir varlık, çok sesli, çok nefesli, çok mekânlı… Dolayısıyla devam edelim, evet.

untitled image
untitled image

Solda: Canan Tolon, İsimsiz, 2019, Ahşap üzerine yağlı boya, 15×15 cm

Sağda: Candeğer Furtun, İsimsiz, 1973, Seramik, 18x36x6 cm

Altın Çağ sergisine dönerek söyleşimizi sonlandırmak istiyorum. Elli sanatçının eserleri mahrem bir nadire kabinesinin içine yerleştiriliyor diyorsun basın bülteninde. Galeri, altın bir ışıltıyla boyanan bir kabinete dönüşürken eserler de sanatçıların ve galerinin nadirleri oluyorlar. Bu ışıltı, demin de söylemeye çalıştığım gibi 35 yıldır sanat ortamımıza yayılıyor diye düşünüyorum aslında.  Sergide yer alan 100 parça, hepsi sanatçıların kendi dillerinde bu ışığı sahipleniyor. Sen de sanki hepsini görünmez altın bir diadem ile taçlandırıyorsun; birlikteliğinizin, dostluğunuzun, paylaşımınızın sevinci olarak. Bu uzun soluklu bir sevinç. Sanatçılar ve aileleriyle yıllardır süren bu bağın köklerini nasıl tariflersin?

Mutlak zenginlik. Her an hissettiğimiz baskı ve sansürün en korkutucu yanı bizi fakirleştiriyor olması. Bu sergide, sanatçılar ve aileleri ile birlikte aynı hayali kurabilmiş olmamız, bana karşılıklı ilişkilerimizin ne kadar özgür olduğunu gösterdi; baskı yapmadan ve görmeden, sansürsüz. Tek bir düşü elli kişinin bir arada kurması, yaşayan sanatçıların çoğunun ellerini sime ilk kez bulaması, genç sanatçıların varağın kadimliğine birden vurulması, hayatta olmayan sanatçıların yakınlarının heyecan ile sandıkları açıp âdeta aile yadigârı mücevherleri araması, bu galerinin çatısı altında tuttuğumuz her şeyi altına dönüştürdü. NevNadir sergilerinin fikrini sürdürmek amacıyla ilhamını nadire kabinelerinde aradığımız bu sergi, aynı zamanda tıpkı tarihin pek çok savaş ve buhran anında olduğu gibi, bu odalara doğru kaçıp sığınırsak sanatın bizi özgürleştirebileceğini gösterdi. Birlikte yaptığınız söyleşilerde babam mutlaka Galeri Nev’i, 1984’te gerçekleştirdiği bir sanat ve müzik tarihi gösterisi Beş Yüz Yıllık Bilmece’nin sıkıyönetim tarafından kapatılması üzerine kurduğunu anlatmıştır. Bir bilmeceye kapılıp beş yüz yılı değilse de otuz beş yılı katetmek, yalnızca sorulara birlikte cevap aradığımızı ya da soruları birlikte sorduğumuzu değil, aynı zamanda birlikte kurduğumuz bir oyunu ne zamandır hep birlikte oynadığımızı gösterdi.

untitled image
untitled image

Solda: Anıl Saldıran, Myra Hindley Selamlarını Yollar, 2019,

Ahşapta altın çizim üzerine tempera, 30×38 cm

Sağda: Alev Ebüzziya, İsimsiz, 2019, Seramik, H: 19, Ø 21 cm

Latest News

  • ‘The Queen of the Forest’, from the photography series ,’Off White’, Contemporary İstanbul, 2025 @pilotOctober 3, 2025 - 10:04 am
  • Book Launch, ‘Liste Art Fair Basel’, booth 52, June 17, 2025 @pilotgaleriJune 17, 2025 - 11:45 am
  • Liste Art Fair Basel, June 16-22, 2025 @pilotgaleriJune 16, 2025 - 11:56 am

About Zeren Goktan

Zeren Göktan is a Turkish contemporary artist born in Ankara 1975. She lives and works in Istanbul. She is renowned for her practice in photography, installation, and video.

Categories

  • Artist Talks
  • Interviews
  • Panels
  • Press Releases
  • Reviews
  • Video

Instagram

© Zeren Göktan - - Design - Zeyn Digital Agency
Rendez Vous – 1997 The Whole Planet Was Inside- 2019
Scroll to top