KRANK Art Gallery hosts Irmak Canevi and Zeren Göktan’s collaborative exhibition, titled “0 536 075 56 83”. Through a self-initiated process the exhibition locates, makes a title from and transforms a telephone number among the many that we come across within the fabric of the city, into a work of art. The number that gives the project its name also operates as a portal opening on to the sound installation that is the only artwork on which the two artists have collaborated.
Tr-"Dar Alanda Kısa Paslaşmalar", Fatoş Üstek, 2017
Dar Alanda Kısa Paslaşmalar
Irmak Canevi ve Zeren Göktan’ın iki kişilik sergisi, birbirine atıfta bulunma geleneğini cağırıştırıyor. Aşık atışması olarak bilinen ve genellikle şairlerin ve müzisyenlerin birbiri ile girdiği yaratıcı konuşma, Canevi ve Göktan için bir atışma ve rekabetten öteye geçiyor. Serginin kurulumu ve sergilenen işlerin niteliği göz önüne alındığında, iki sanatçı şehir ve ev kavramları üzerine birbiri ile ilişkili, fakat iki farklı yorumu biraraya getiriyor.
Canevi, şehrin dokusundan ve geleneklerinden ilham alarak ürettiği işlerinde, müdahale edimine başvururken; Göktan şehre dair kurgu ile karışık bir güzelleme dizisi üretiyor. Canevi’nin fiziksel müdahaleleri, Göktan’ın düş ile gerçek arası kompozisyonları ile tezat oluşturuyor. Bir sanatçı, şehri yeniden şehrin ürettiği atıklarla kurgularken, diğer sanatçı şehrin öznelerini beklenmedik olayların içerisinde gelisigüzelmişcesine kaydediyor. İki sanatçı da kullandıkları teknik birbirinden oldukça farklı olsa da, görüntü kavramını irdeliyor. Bir diğer deyişle, iki sanatçı da imgeler üreterek aidiyet, yüzey, temas kavramlarına kurgu ve gerçek ekseninden yaklaşıyor.
9 adet beton tabla, 9 adet ahşap ve mdf kaideden olusan Arılar Da Kafein Sever, 2017 işi, karışık teknik kullanılarak üretilmiş bir şehir peyzajı. Kağıt kahve bardaklarının beton ve balmumu ile degiştirilmiş formları, yeni dönem şehir mimarisine atıfta bulunuyor. Arılar da Kafein Sever, Canevi’nin kurgu şehrinin bir diyoramasını oluşturuyor. Tablalar’ın üzerindeki desenler, büyük bir şehrin ana caddelerini ve sokaklarını anımsatırken, dönüştürülmüş her kağıt bardak mimari yapıların yerine geçiyor. Canevi’nin kurguladığı şehir sadece yüzeyler ve formlardan oluşuyor, şehrin ikamet edenlerine dair hiç bir iz taşımıyor. Göktan’ın fotoğrafları ise, şehrin öznelerini direk ve dolaylı yollardan betimliyor. Arka Bahce, 2017 dizisi çocukları ve şehrin oyunla ilişkisini kadrajına alırken, Yuva dizisi şehirde barınan diğer canlıları ikametgahları ile portreliyor. Göktan’ın fotoğrafları kurgulanmış olmalarına rağmen anlık yakalanmış hissi veriyor. Sergiye ismini veren telefon numarası, 0 536 075 56 83 Göktan’ın Arka Bahce serisinden bir fotografda yer alıyor. İki sanatçı, bu numaradan ilham alarak, ortak ürettikleri ses işinde hayalini kurdukları şehrin beyaz gürültüsünü izleyici ile buluşturuyor.
Şehir ve ev kavramları, birbirinin içine geçmis, aynı gibi görünen iki farklı beden olarak tanımlanabilir. Bu iki bünye kendi içinde farklı kavram ve duyguları üretir. Şehir, dokusu ile tanımlayan, sıradışı, olaylı ve akışkan bir kimliğe sahipken; ev, bir korunak ve ikamet eden icin öncelikli tanım alanıdır. Ev öznel bilincin şekillendirdiği alanken, şehir izlenimlerin, düşlerin, kurgu ve gerçekliğin iç içe geçtigi arka bahçedir. Ev’in her parçası ayrı bir duygu uyandırırken, kişinin özgürlüğünü ve kendi ile birebir karşılaşma ve öncelikli aidiyetini oluşturduğu mekandır. Bu ikilik özellikle Gaston Bachelard’ın Mekanın Poetikası başlıklı kitabında derinlemesine incelenmektedir. Bachelard, zamanın aksine mekanın anılar ürettiğini savunur. Deneyim zamana degil mekana, öznenin ilişkide bulunduğu alana göre şekillenir. Bu mekanlarda birinci tekil yaklaşım nasıl üretiliyorsa, mekanın algısının, öznenin deneyiminin ona göre şekillendiğini öne sürer. Canevi’nin Arılar Da Kafein Sever işi kendini ele vermeyen, dışavurduğu yüzeyleri ile ilginç ve bir o kadar da ikircikli alanları birbirine ekleyen bir kurguya sahiptir. Göktan’ın fotoğraflarında ise absürdite ve mizaç ön plana çıkmaktadır. Fotoğrafları ile çok katmanlı kısa hikayeler kurgular, şehri ilişkilerin değiş tokuş edildiği, değerlerin birbirine karşı ve birlikte üretildiği bir oyun alanı olarak üretir. Bu alanlar içinde özneyi yalnız bırakır, tekil ve içinde bulunduğu, içine girdiği alanla tanımlar. Canevi’nin post-yapısal yaklaşımı şehri parçalarına bölüp yeniden üretirken, Göktan o parçaları birbiri ile iç içe sunmayı tercih eder. Usta İşi, 2017 serisi Canevi’nin topladığı şehir izlenimlerini yeniden ürettigi mekanlar olarak tanımlanır. Şehir yüzeylerine yeni katmanlar ekleyerek, bedeninden kopmuş parçaları yeniden yorumlayarak şehre geri katar. Göktan, bir izlenimcinin inceliğinde konusuna yaklaşır, sehir yüzeylerinin olmazsa olmazı telefon numaraları, sehir dokusunun son donemde bir parçası olan tedarikli oyun ve egersiz alanları, yarı terkedilmiş ya da gelişigüzel düzenlenmiş sosyal mekanları imler.
0 536 075 56 83 sergisi iki sanatçının bir şehre,ya da bütün olmayan sehirler grubuna bakışını bir araya getirir. Sonuçta, her mekan, zihinsel bir deneyimdir ve düşler ile hayal edileni, anımsananla hakikati bir araya getirir.
Eng- " 0536 075 56 83: The cell phone number that inspired an exhibition", Kaya Genç, Daily Sabah Newspaper
Krank gallery’s new exhibition ‘0536 075 56 83′ brings together Irmak Canevi’s mixed media pieces and Zeren Göktan’s photographs, and continues until Jan 6
Krank is one of the freshest new galleries in Istanbul. Compact in size and sleek in interior design, the gallery has so far offered a tasteful line of exhibitions: Güneş Terkol, Aslı Çavuşoğlu and Camila Rocha all showed their latest works at this small gallery located on Tomtom Kaptan Street. When I visited it this month, Krank reminded me of Galeri NON, which sadly closed its doors in 2015. The two galleries, in artistic taste and spirit, somehow complement each other.
“0536 075 56 83” is the title of Krank’s new exhibition, and it features some interesting and thought provoking work.
Zeren Göktan, in her unsettling photoset, produces a delicate balance between foregrounds and backgrounds. Her characters present themselves to the camera and stand in stark contrast to the mysterious, dark world that surrounds them.
In “Backyard 3” from 2016, Göktan photographs a girl sitting on a ladder. Surrounded by cactuses, the girl seems vulnerable and yet eager to explore her surroundings. Another work features towers of plastic chairs. Calm, silent trees are in the background. A child sits on top of the tower of chairs – it is a beautiful and yet disturbing image.
“Pursuing the possibility of a new and fictional language in her works, Zeren Göktan evaluates the codes of the society and the culture in which she lives in her artistic practice,” Krank’s curators explain.
“The point of view that she employs in her projects, which have a fictional and sometimes even a spontaneous tone, aims to make visible the conditions in which an individual lives, as well as their problems and sensibilities concerning their era. Göktan’s subjects, in terms of the narrative she delves into, and the scene compositions, gestures and mimics, which she attends to in the finest detail, all originate from the meticulous and scrutinizing component of her identity as an artist.”
Göktan’s work brings to mind famous photographs of Alice Liddell taken by Charles Dodgson, more commonly known as Lewis Carroll, author of “Alice’s Adventures in Wonderland.” Tensions between innocence and a thirst for danger animate Göktan’s work.
In an essay for the exhibition, London-based curator Fatoş Üstek points to how “while the ‘Backyard’ (2017) series includes children and the city’s relationship with games and playing into its frame, the ‘Home’ series portrays other living creatures that live in the city together with their living places. Although Göktan’s photographs have been planned and composed ahead of time, they emanate a sense of being captured as a snapshot.”
Indeed, this snapshot quality of Göktan’s ‘Backyard’ lead the viewer into questioning their compositions. Why has she photographed waste in such a persistent manner? What does the strange tension between nature and slum dwellings in her photographs imply? Has it all been planned and carefully drawn out in advance, or is the image a product of random discovery?
“The phone number ‘0 536 075 56 83’ that gives the exhibition its name, also appears in one of the photographs in Göktan’s Backyard series,” Üstek says. “Inspired by this number, in a sound work that they have produced in collaboration, the two artists present the white noise of the city that they have dreamed of.”
At Krank, visitors can listen to that white noise of the city – a baby cries, someone prepares breakfast and then the city’s noises envelope it all. The audio recording reminded me of “Atom Heart Mother,” a Pink Floyd album whereon the band captures sounds of mundane English life in experimental music. But “0 536 075 56 83” is conceived in a more playful way. Artists have put the number in different parts of Istanbul to invite people to dial it. Those who call the number can hear the audio recording, Krank curators told me, but when I tried calling, the number was disconnected.
Canevi’s mixed media installation, “Caffeine Makes For Busy Bees”, transforms and repurposes waste. His coffee cups, made with way and concrete, resemble modern cities with their state of constant flux.
“The materials used in Irmak Canevi’s work are, in his own words, ‘as unimportant as the artist,'” the curators explain. “On the other hand, what is important is the process of giving them form. Rendering materials to be ordinary in this way means everything can be used in the artistic practice. From this aspect, in the works of the artist we can read a lyrical praise about the way things come together. How and where one element is combined with another is an act that consolidates the holistic evaluation of this montage.”
If this results in what Üstek terms “a diorama of a fictitious city,” Canevi’s “Masters at Work” series further explore links between realities and fictions of the modern metropolis. For that work, Canevi has transformed Istanbul streets and arteries important for him into three dimensional works, again using waste as his material.
“The city that Canevi composes consists solely of surfaces and forms, and bears no trace of the city’s inhabitants,” Üstek notes. And it is perhaps this anti-humanist quality that makes “0536 075 56 83” intriguing and worth visiting.
Tr- "Sessiz Şehir", İstanbul Art News, January, 2018, No:48, Esra Beşiroğlu
Sessiz Şehir
Irmak Canevi ve Zeren Göktan’ın, şehrin terk edilmiş bir alanındaki duvara bırakılan bir mobil telefon numarasıyla isimlendirdikleri ortak sergileri “0 536 075 5683”te kentin sesini kısarak kente dair kendi hikayelerini kurguluyorlar. İhtiyaçların üretimi belirlediği değil, üretim metalarının ihtiyaçları belirlediği halihazırdaki dünya düzeninde kentler bu organizasyonun temel çevresini oluşturur. Ürün çeşitliliğindeki sınırsızlık, bireyin seçim yapma edimini ‘satın alma/almama’ konumundan, var olan seçenekler arasından ‘neyi satın alacağı’ durumunu taşıyarak Adorno’nun tanımladığı biçimiyle ‘sahte ihtiyaçlar’ı ortaya çıkarır. Bu noktada birey neyi satına alacağına karar verirse versin, ortaya koyduğu irade etken değil edilgendir.
Irmak Canevi’nin ‘Krank Art Gallery’deki “0 536 075 56 83” adlı sergide yer alan “Arılar da kafein sever” serisi esasında arıların kafeine olan ilgilerini ortaya çıkaran, gazeteler haber olmuş bir araştırmadan esinlenerek yapılmış. Sanatçı çalışmaları sırasında tükettiği karton kahve bardaklarından insana ve arılara ait temel inşa malzemeleri olan balmumu ve beton kullanarak elde ettiği çiçek formundaki yapıları konstrüktürel parçalarla bir araya getirerek yeni bir petek-kent meydana getirmiş ve kültürünün ayrılmaz bir unsuru haline gelen kahve tüketimini arılarn kafeine olan yönelimleriyle birleştiren ironik bir tasavvur ortaya çıkarmış. Arıların hafızalarını güçlendirerek çiçeklerin kokularını daha uzun süre hatırlamalarına sebep olan bu tüketim tercihi, kafeine yönelirken asıl amaçladıkları şeyi, daha fazla bal yapabilmeyi, sekteye uğratıyor. Laboratuvar ortamında kendilerini sunulan iki besin, kafein ve şeker arasında tercih yapmak durumunda bırakılan kobay arılar, insanın ihtiyaçlarını ve tüketimleri arasındaki yapay kestirme yolların çıkmazlarını göstermek açısından da bir benzeşim sunuyor.
Dönüşümlü bir malzeme olan kağıt bardaklarla oluşturulan bu yeni yapılar, aynı zamanda tüketimin doğurduğu atık stokunu yeniden üretime sokarak değersizleşmiş olanın yeni bir değere dönüştüğü, kültürlerarası hiyerarşinin göz ardı edildiği kurgusal bir kent tipolojisi oluşturuyor. Canevi’nin diğer serisi ‘Usta İşi’, kenti yansıtan detaylara ait imgelerin işlendiği kolajlardan oluşan bir çalışma. Çeşitli malzemelerin bir araya getirilmesiyle gerçek görüntülerin taklit edildiği bu uygulamaların, şehrin hengamesi içinde dikkatlerden kaçmış ayrıntıları hafızamızın bir köşesinden bulup gün yüzüne çıkarması muhtemel.
Çokluk içinde her şeyin detaya dönüştüğü şehir ortamında bilinç düzeyinde bir algının ilgi alanına girmek bir hayli zorken Canevi kolajlarında, gördüğümüzün farkında bile olmadığımız, hatta görüntü kirliliği olarak niteleyebileceğimiz ayrıntılara izlenme ve dikkati çekme değeri kazandırıyor, bir anlamda onlara sınıf atlatıyor diyebiliriz.
Diğer yandan Zeren Göktan’ın “Arka Bahçe” seçkisindeki fotoğraflarda yer alan çocuklar, kompozisyon içindeki olanakları aşan konumlarıyla hem bir kent içinde hem de çocuk olma durumlarının üstesinden gelerek ilgiyi derhal üzerlerine çekmeyi başarıyorlar. Ulaşamayacakları yükseklikteki yerlerde ya da giremeyecekleri tehlikedeki alanlarda görünürde hiçbir aracı olmaksızın, gökten inmişçesine bulunuşlarının yarattığı uhrevi atmosferle, hafızanın sığındığı fiziksel olmayan mekanların somutlaşmış halini kompoze ediyorlar bir bakıma. İçine doğduğumuz yuvayla yaşamımıza giren mekan, bedenimizi olduğu gibi ruhumuzu da kuşatarak etki alanını çocukluk deneyimlerimizin inşa ettiği bilinçaltına kadar derinleştiriyor.
Göktan’ın mekanları içimizdeki mekanın gerçek mekanlardaki görsel bir tasavvuru bir anlamda. Sanatçının “Yuva” serisinde yer alan, dalların budanmasıyla ortaya çıkmış kuş yuvaları gibi bu mekanlar da bilinçaltının derinliklerinden yüzeye süzülmüş izlenimi veriyor. Arka bahçenin bu yuvada çocukların hakimiyetlerini sürdürebildikleri tek yer olması, fotoğraflarda görülen tepeden bakma durumunu ve göksel atmosferi de anlamlı kılıyor. Arka bahçe, dış dünyayla ilk karşılaşma alanı hem yuvanın korunaklı bir parçası hem de dışarıya ait olma durumuyla çocukluk düşleri ve yetişkinlik deneyimleri arasında bir geçit oluştururken, bir merdivenin ya da korkuluğun sağladığı görüş hakimiyeti çocukluğa hem keşfetme hem de fethetme olanağı sağlayabilir.
Göktan’ın fotoğraf çalışması “Arka Bahçe 1”, gecekonduların önünde yükselen yeni konutların varlığıyla tam bir ‘kentsel dönüşüm’ imgesi sunuyor. Yeni, büyük yapıların eski, küçük olanları iteleyerek yerleşim alanı dışına atmak istediklerine dair bir alegori oluşturan bu imgede küçük ve bakımsız gecekondular arka bahçeye yığılmış hurdalar gibi nihai sonunu bekler durumda. Kompozisyonun merkezinde yer alan, kasası kullanılmış eşyalarla dolu hurdacı kamyonu, etrafında olup biteni anlatması için bilinçli olarak bırakılmış bir tanık gibi bu dönüşüm işleminden geriye kalan kanıtları topluyor. Kamyon kapağına bıraktığı telefon numarası ise arandığında dinlenebilecek bir ses kaydı ile işlevsel olarak sergiye dahil edilmiş. Kayıt, sergi mekanındaki kulaklıklar aracılığıyla da Göktan ve Canevi’nin sesini kıstığı kente sesini geri veriyor. Çalışan makinelerin sesleri arasına karışmış oynayan çocuk sesleri insanı bir nebze yatıştırıyor olsa da, çoğunlukla maruz kaldığımız ses cangılı içinde sesini açıp kapayabileceğimiz bir kent fikri oldukça cazip geliyor doğrusu. Sergiyi 6 Ocak’a kadar Krank Art Gallery’de görme imkanı var.