“The animation starts from a single point on the original image, randomly selected by the computer’s hard drive. It is the hard drive’s eye, so to speak, that then travels across the picture, zooming in and out from one level of intimacy to another, while all the time the bread is slowly degrading into an unidentifiable mass.”
Press
Tr- “Gerçekle Sanal Arasında Ekmek Kavgası’, ‘Radikal’ Daily Newspaper, Exhibition Review, 24/11/05, Ahu Antmen
Gerçekle Sanal Arasında Ekmek Kavgası
Ekmek, kutsaldır. Hangi coğrafya’ya, çağa bakarsanız bakın, dil ve kültürde simgeleşmiş başlıca ‘nimet’ olarak gündeme gelir. Eski Mısırlıların ölülerini gömerken ekmeksiz bırakmadıkları; eski Yunanlıların tanrılara şarap ve yağ eşliğinde ekmek sunduğu söylenir. Ekmek yemek, ekmek paylaşmak bazı dinlerde olduğu kadar, din dışı sosyal ortamlarda da törensel bir özellik taşır; örneğin Latincede dostluk anlamına gelen ‘companis’ sözcügü, ekmeğini paylaşmaktan gelir. Türkçede ise ekmek, ilginç, insanın kendi kendisiyle, bir başkasıyla ya da hayatla mücadelesinde sanki başlı başına bir metafora dönüşmüstür. Kişi ekmeğini eline alır, ekmeğini taştan çıkarır. Başkasının ekmeğine göz dikilmez, ekmeğiyle oynanmaz. Doğru söylemeyeni, dürüst olmayanı ekmek çarpar. Bu hayatta ekmek aslanın ağzındadır; ekmek kavgasına girmek, bir ekmek kapısı bulmak şarttır… Ekmekle ilgili deyimler böylece uzayıp gider.
1990’lardan bu yana katıldığı çeşitli sergilerde bu başlıca yiyeceğimizi birçok yapıtının temel malzemesi olarak kullanan Zeren Göktan, Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi’nde 10 Aralik’a kadar sürecek ‘Breadzone’ (Ekmek Kusağı) başlıklı sergisinde yine ekmekten, ekmeğin küflenme sürecinden ve bu sürecin düşündürdüklerinden yola çıkıyor. ‘Ölü ya da Diri’ (1998) başlıklı enstelasyonunda küflü ekmek kırıntıların toprak gibi kullanarak minyatür mezarlar yapan, aynı yıl ‘Ekmek Kapısı’nda sanatçı bireyin ‘ekmek kapısı’nın bir simgesi olarak galeri ortamını gündeme getiren Zeren Göktan, ‘Merdiven’ ve ‘Ekmek Adına, Toprak Uğruna’ gibi 1999 tarihli işlerinde de ekmeğin kültürümüzdeki çeşitli çağrışımlarından yararlanarak geçim, hayat mücadelesi, ölüm gibi konulara değinmişti.
Sanatçı bu kez ekmeğin kendisini ya da mekâna sinen küf kokusunu doğrudan kullanmıyor; ekmeğin küflenme sürecini dijital bir animasyona dönüştürüyor. Galeri mekânında karşılıklı iki hareketli resimden izlenen bu dijital parçalanma süreci, ekmeklerin küflendikçe tanınmaz hale gelmesi gibi, izleyicinin etrafinda dönüp duruyor: sanatçı, gerçegi, ‘unufak’ ediyor. Baştaki ekmek görüntülerinin bu denli parçalanmasıyla elde edilen soyutlanmış¸ görüntünün fiziki bir haritayı ve giderek kamuflaj deseni olarak asker giysilerini çağrıştırması, herhalde bir rastlantı olmasa gerek! Zeren Göktan, ‘Ekmek Kusağı’nda bir simge olarak ekmekten yola çıkarak gerçekte savaşa dair söz söylüyor gibi; ‘ekmek kavgası’ boyutunu yitirmiş, gerçekliğini yitirmiş, olan bitenin ancak kör bir tanığı gibi hissettiğimiz bir süreç bu. Görebildiğim kadarıyla bu sergide izleyicinin galeriye girmesiyle çıkması bir oluyor: belki izlenecek bir sey yokmus gibi görünüyor. Oysa ‘Ekmek Kusagı’nın anlamı, biraz da göstermediğinde. Onu görünür kılmak, gerçkle sanal arasındaki çizginin bulanıklaşmasının anlamını düşünmeyi gerektiriyor. Akla Baudrillard’ın, ‘gerçek’ sonuçlarıyla kimsenin ilgilenmedigi olayların, yalnızca yinelenmeye mahkûm edilmiş bir göstergeler bütününe dönüşmek zorunda kaldığı yolundaki sözleri geliyor. Kamuflaj deseni bir duvar kâgıdı gibi insanın etrafinda döndükçe…
Göktan’ın sergisi, ‘natürmort’un dünden bugüne nasıl bir macera geçirdiğinin, örneğin 17. yüzyıl Hollanda natürmortlarının ‘gerçekliği’yle bugünün görsel teknolojilerinin sundugu gerçekliklerin karşılaştırılması bağlamında da ilginç bir tartışma alanı oluşturuyor. İşin bu yönünü merak edenler için, 3 Aralık’ta Platform’da ‘Natürmorttan Yeni Medyaya Nasıl Geldik?’ başlıklı bir de toplantı düzenlenmiş.
Eng- “Breadzone”, ‘Contemporary’ Art Magazine, Issue:77, Annual 06, November Paynter
Breadzone
When an artwork manages to radically alter and mystify one’s perception of an image so ordinary as a loaf of bread, it deserves further contemplation.
Breadzone is Goktan’s most recent production and one that marks a point of departure in her practice. Previously her works presented more literal references to mortality, survival and the base requirements of life. Breadzone has been developed from one of these earlier works, a painting of a stack of molding bread in the early stages of decay. Goktan’s desire to delve further into an image that was already suggesting so many interesting visual associations lead to the creation of a digital animation that allows the original subject to all but disappear in upon itself. The animation starts from a single point on the original image, randomly selected by the computer’s hard drive. It is the hard drive’s eye, so to speak, that then travels across the picture, zooming in and out from one level of intimacy to another, while all the time the bread is slowly degrading into an unidentifiable mass.
The actual, original overview of the bread is almost impossible to identify in either of the two projections that make up Breadzone. Because the relayed data never follows the same route, or starts out from the same place, shown on opposite sides of the exhibition space the projectors simultaneously screen different areas of the image and at different proximities. The texture of the bread blends and merges in colour and form to depict a terrain both familiar and oblique. What was once a real micro-environment launches into an intangible mass of camouflage that could be understood as a vast landscape. Pulled back to the intimate level, it hints at military costume and warfare. But, although references to the corporeal remain, a narrative tale of geographical dislocation exists in Breadzone’s new media application, which, by occupying both time and space results in a more ambiguous proposition.
As a digitally rendered simulation, the path of the work is taken out of the artist’s and viewers’ hands and the difference between what is true or false, real or imaginary is where Breadzone continues to exist. It is no longer about the visual, but a list of data transmitted as a singular repeated digital language. And as the bread goes on decaying to produce new forms, in addition a whole series of new pictures are consistently being produced with each frame that the hardrive creates. Occasionally even the hardware’s capability to read the image malfunctions and the programme temporarily crashes. At this, the work’s most sublime moment, the usual sweeping curves made by the endlessly shifting pixels compact into a series of straight lines and for just a moment a perfect minimal painting is all that remains.
Tr- Platform’da İki Sergi :“Mücadelenin Tutanağı Olarak Ekmek: Zeren Göktan”, Plato Güncel Sanat, Sayı 3, 2006 Ocak/Mart , Derya Yücel
Platform’da iki sergi: Mücadelenin tutanağı olarak ekmek
Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi’nde genç sanatçıların arka arkaya gerçekleşen sunumları, dinamik bir sezonun habercisi gibiydi. 10 Aralık 2005’e kadar “Breadzone/Ekmek Kuşağı” başlıklı sergiyle izlediğimiz Zeren Göktan, genel olarak yapıtlarında kullandığı malzeme olan ekmeği, bu sergide bir kez daha çıkış noktası olarak ele aldı. Galeri mekanında, karşılıklı iki projeksiyonda yansıtılan video animasyonda, ekmeğin küflenme süreci, küflendikçe tanınmaz hale gelen ekmeklerin yavaş yavaş kendi gerçekliklerinden çıkarak birer kamuflaj desenlerine dönüşmeleri izleniyordu.
Sıradan nesnelerin öne çıkartılarak onlara ayrıcalık kazandırılan geleneksel natürmort resminin tersine, Ekmek Kuşağı, görünenin ardındaki anlatıyı öne çıkarıyordu. Natürmortun tipik nesne merkezciliğine karşılık sanatçı, imgeyi, maddi dünyaya ilişkin ortak bir bilginin parçası olarak kullanıyordu. Roland Barthes, 17. yüzyıl natürmort resmini bir “emtia imparatorluğu” olarak betimler. Ona göre, mülkiyetin iktidarla ayrıcalıklı ilişkisinin ve bunun estetik bir biçimde işlenmesinin izlendiği natürmort, sahip olana ve sahip olunana işaret eder. Ekmek Kusağı ise, ekmeğin günlük yaşamdaki işlevi ve simgeledigi değerlerin tükenişini, küflenme ve yok olarak başka bir iktidar alanına dönüşmesi ile karşılaştırdı. Burada, görüntünün izleyiciden beklediği bakış, natürmortta olduğu gibi haz vermek amaçlı değil, nesnenin temsil ettiği anlamların okunmasına yönelikti.
Ekranda yansıyan ekmek görüntüleri, önce küflenerek tanımlanamaz bir kütleye, sonrasında işsiz ve korkutucu bir coğrafi uzama, en sonunda ise soyut bir kamuflaj deseni haline geliyordu. Burada, dış sebeblerle zorunlu ama doğal bir dönüşüme uğrayan ekmek küflenerek aslında yaşayan bir organizmaya dönüştü. Zeren Göktan’ın yarattığı dijital parçalanmanın sonucunda oluşan coğrafi uzam ve kamuflaj kütlesi ise yaşamla ölümün karşılaştığı ve yeniden dönüşümün asla olamayacağı “savaş” alanına işaret ediyordu. Nesnenin/mülkiyetin iktidarla olan ilişkisi üzerine okunan natürmortta olduğu gibi Ekmek Kuşağı’da simge olarak sahip olunan bir nesneden yola çıktı. Ama natürmortun tersine, görsel hazzın çok uzağına işaret etti. Zeren Göktan’ın yapıtı, yaşamsal bir gereklilik olan ekmeğin ardındaki insanı çaba ve mücadelenin tutunağı olarak izlendi.